Duygulardan Kaçmanın Bedeli   - Özel Yüzyıl Gebze Hastanesi
Görüşmeyi Başlat
1
Bilgi almak ister misiniz?
Kodu Tara
Size nasıl yardımcı olabiliriz?
 E-RANDEVU
Duygulardan Kaçmanın Bedeli

Duygulardan Kaçmanın Bedeli

Duygulardan Kaçmanın Bedeli

İnsanı derinden yaralayan çoğu zaman olayların kendisi değil, o olaylara eşlik eden duygularla yaptıklarımızdır. Çocukluktan itibaren bize bazı duyguların “iyi” ve bazılarının “kötü” olduğu öğretilir. Kızgınlık, korku, üzüntü gibi hisler zayıflık olarak görülür; bastırmamız, saklamamız öğütlenir. Ağladığımızda “sus” denmiş, öfkelendiğimizde cezalandırılmış, korktuğumuzda küçümsenmiş olabiliriz. Zamanla, bu duyguların görünmez bir yük gibi içimizde biriktiğini fark etmeden yaşarız.

Bastırılan, inkar edilen duygu yok olmaz. Toz gibi zihnin köşelerine çöker, görünmez ama ağır bir tortuya dönüşür. Başta sessizdir; sonra davranışlarımızı, ilişkilerimizi, hatta bedenimizi şekillendirmeye başlar. Bastırılmış öfke huzursuzluk ve gerilime, bastırılmış üzüntü donukluğa ve bitkinliğe, bastırılmış korku ise aşırı kontrol etme çabasına dönüşebilir. İnsan, kendi duygularını bastırdığında güçlü olduğunu sanarak yanılır; aslında enerjisini içeride bir savaşa harcar. Sanki suyun altına zorla bastırılan bir top gibi, her şey daha büyük bir basınçla geri döner.

Beden bu sessiz muhasebenin kaydını tutar. Psikopatolojik semptomlar, açıklayamadığımız yorgunluklar, sebepsiz öfke patlamaları, içten içe süren kaygılar çoğu zaman bu bastırmanın yankılarıdır. İlginçtir ki, duyguları bastırmak anlık bir kontrol hissi verir ama uzun vadede dayanıklılığı azaltır, kendi hikayesini tekrar etmeye başlar. Görünürde “güçlü” duran insan, aslında kırılgan hale gelir. Bedenin asla yalan söylememek gibi bir özelliği vardır.

Oysa duygular yok edilmesi gereken düşmanlar değildir. Her biri bir işaret taşır: Öfke sınırlarımızı, üzüntü kalbimizde gerçekten değerli olanı, korku ise gelişimimizin çağrıldığı noktaları gösterir. Onları bastırdığımızda mesajlarını da kaybederiz. Oysa kabul ettiğimizde, duyguların doğal bir ömrü vardır, mesajını verdikten sonra yavaş yavaş yoğunluğu azalır. Tam hissedildiğinde çoğu birkaç dakika içinde yatışır; görmezden gelindiğinde ise yıllara yayılan sessiz bir esarete dönüşür.

Önemli olan hissetmemek, duygusal olmamak değil; hissettiklerimizle dürüstçe yüzleşebilmektir. Duygularımızı hissetmek konusunda özgür değiliz ancak duygularımızı nasıl ortaya koyacağımız konusunda özgürüz. Bu, duyguları taşmak ya da dizginlenemez şekilde dışa vurmak anlamına gelmez. Duygularla oturabilmek, onları tanıyıp içimizden geçmelerine izin verebilmek demektir. İnsan kendi korkusuna, öfkesine ya da hüznüne “Seni görüyorum, seni duyuyorum” diyebildiğinde, artık gölgesinde yaşamak zorunda kalmaz.

Bu konuda belki de en önemli nokta şudur: Duyguları bastırmak bizi sadece acıdan değil, yaşamın bütününden uzaklaştırır. Üzüntüyü bastırırken sevinci de köreltiriz; korkuyu yok sayarken heyecanın da önünü kapatırız. Bastırma sadece acıyı değil, canlılığı da susturur. Güvende hissettirir ama o güven, bedeli yüksek bir mahkûmiyettir.

Sağlıklı olan, duyguları denetimsizce dışa vurmak da değildir; onları bastırmak hiç değildir, duyguları fark edebilmek, yargılamadan kabul edebilmek ve anlamaya çalışmaktır. Böyle yapıldığında duygu düşman olmaktan çıkar; insana yönünü gösteren ve dünyasını anlatan bir pusulaya dönüşür.

Gerçek güç, hiçbir şey hissetmemekte ya da hislerini saklamakta değil, insanın kendisine karşı dürüst olabilmesindedir. Çünkü bastırılan her şey, eninde sonunda geri dönecektir; kabul edilen ve yaşanabilen duygular ise insanı zayıflatmaz, tersine daha dayanıklı ve bütün kılar.