Kayıpların Ardından Yas Tutmak   - Özel Yüzyıl Gebze Hastanesi
Görüşmeyi Başlat
1
Bilgi almak ister misiniz?
Kodu Tara
Size nasıl yardımcı olabiliriz?
 E-RANDEVU
Kayıpların Ardından Yas Tutmak

Kayıpların Ardından Yas Tutmak

Kayıpların Ardından: Yas Tutmak Ne Demektir?

Yas, bir kaybın ardından yaşanan içsel bir çalkantıdır. Sevilen bir insanın, bir ilişkinin, bir sağlığın ya da bir yaşam biçiminin kaybı; yalnızca dışsal bir boşluk yaratmakla kalmaz, aynı zamanda kişinin dünyayla olan bağını, kendilik algısını ve varoluşsal yönelimini de derinden etkiler. Bu nedenle yas, sadece bir duygu durumu değil, bireyin dünyadaki yerini yeniden anlamlandırmaya çalıştığı kapsamlı bir varoluş sürecidir.

Yas Nedir?

Birisinin veya yaşam ihtimallerinin kaybının ardından yaşanan; üzüntü, özlem, öfke, suçluluk gibi yoğun duyguların yaşandığı, aynı zamanda yaşamın anlamı, ölüm ve geçicilik gibi temel soruların da gün yüzüne çıktığı bir dönemdir. Bu süreçte kişi yalnızca birini kaybetmekle kalmaz, onunla birlikte paylaştığı kimliğin, geleceğin ve umudun da bir kısmını yitirir.

Bu yönüyle yas, sadece bir acıyı geçirmek değil, kayıpla birlikte değişen yaşamın koşullarına uyum sağlama ve bu yeni gerçekliğe anlam katma çabasıdır. Yas süreci ne kadar derin olursa olsun, kişinin dünyada yeniden “var olma” yollarını araması mümkündür.

Yasla Başa Çıkmak: İyileşmek Değil, Yaşama Entegre Etmek

Psikoterapi, yas sürecinde bireye “iyileşmek” vaadiyle değil, “yaşayabilmek” desteğiyle yaklaşır. Kayıp, çoğu zaman yerine konulamaz. Bu nedenle terapi süreci, boşluğu doldurmayı değil, bu boşlukla yaşamayı öğrenmeyi; kaybı yaşam öyküsüne entegre ederek ona kişisel bir anlam kazandırmayı amaçlar

Bu bağlamda psikoterapide yasla çalışmak şu temeller üzerine kurulur:

  • Duygulara Alan Açmak: Yasın doğal bir parçası olan üzüntü, öfke ve özlem gibi duyguların bastırılmadan, yargılanmadan ifade edilmesine yardımcı olunur.

  • Kaybı Gerçekleştirmek: Kayıp inkâr edilmeden, onun yaşam üzerindeki etkileri kabul edilir. Bu yüzleşme, iyileştirici olmasa da dönüştürücü olabilir.

  • Yeni Anlamlar ve Yönler Bulmak: Kaybın ardından yaşamın tamamen anlamsızlaştığı bir boşluk doğabilir. Bu boşluğa karşı direnmek yerine, onun içinde yeni yaşam anlamlarını yeşertmek mümkün olabilir.

  • Otantik Yaşamı Desteklemek: Kayıpla birlikte birey, yaşamında neyin gerçekten değerli olduğunu daha net görebilir. Bu farkındalık, daha bilinçli ve sahici bir yaşam anlamına gelebilir.

Psikoterapi Ne Sağlayabilir?

Psikoterapi, yas sürecindeki kişinin yalnızlığını hafifletmeyi, içsel deneyimlerine eşlik etmeyi ve bu süreçte gelişebilecek zihinsel sağlığı tehdit eden riskleri (depresyon, travma tepkileri, kronik yas gibi) önlemeyi hedefler. Bazen sadece biriyle konuşmak, var olanı isimlendirmek ve duygulara tanıklık edilmesi bile büyük bir fark yaratabilir.

Unutulmamalıdır ki yas tutmak bir azim meselesi değildir. Bu, “üstesinden gelinecek” bir görevden çok, kişinin yeniden bağ kurmayı, yaşamda kök salmayı öğrenmeye çalıştığı uzun soluklu bir süreçtir. Kayıp geri getirilemez; ama kişi, bu kayıpla birlikte yeniden şekillenebilir.

Son Söz: Yaşananlar Silinmez, Ama Anlam Kazanabilir

“Sevdiğim insanları kaybettim, ama onların bende bıraktığı sevgi ve anılar, yaşamıma anlam katmaya devam ediyor. Hayatta kalmak, bu anlamı başkalarına taşımak için bir sorumluluk oldu. Onunla geçirdiğim her an, bende sonsuza dek yaşıyor ve bu, yaşamaya devam etmem için bir neden.”

Viktor Frankl, Nazi toplama kamplarında geçen yılların ardından, hem eşini hem de annesini kaybettiğini öğrendi. Her şeyin yıkıldığı bir yerde, geriye kalan tek şey geçmişin içindeki anlamdı. O, insanın yalnızca yaşadıklarıyla değil, yaşanmış olanı nasıl taşıdığıyla tanımlandığını savundu. Kayıp, onun için sadece bir boşluk değil; bir iz, bir yük değil; bir çağrıydı.

Ve ardından şu cümleyi yazdı:

“Yaşadığımız şeyler geri alınamaz. Yaşanmıştır. Ama bu ‘yaşanmışlık’, varoluşun belki de en kesin biçimidir.”

Frankl bu sözleri, yaşamını paramparça eden kayıpların ardından kaleme aldı. Herkesin çöktüğü, umudun küle döndüğü bir yerde, o, yaşanmış olmanın kendisini bir anlam taşıyıcısına dönüştürdü. Çünkü sevilen kişi gitmişti; ama onunla yaşanmış her an, yok olmamıştı. Tam tersine, insanın içinde bir hakikat, bir yön, bir sorumluluk olarak yaşamaya devam ediyordu.